Geçenlerde TEKNOFEST 2024 Sosyal İnovasyon projelerimizden “Risk Altındaki Çocukların Muhtemel Algoritması Projesi" üzerine bir takım arkadaşlarımız ile fikir alışverişinde bulunuyoruz.
Kadrosunda alanında iddialı akademisyenlerin de yer aldığı proje; devamsızlık yapma, akademik başarısızlık, madde bağımlılığı, suça bulaşma, kendisine veya başkalarına zarar verme ve okuldan kopma ihtimali bulunan öğrencileri tümden gelim yöntemiyle önceden tespit edebilecek bir algoritmanın oluşturulmasına yönelik.
Oldukça zor ve meşakkatli bir çalışma kısaca…
Sohbette muhtemel riskleri oluşturan ve nihayetinde çocukların okuldan kopmalarına sebep olan dezavantajlı aile profili, olumsuz çevre, mobbing, bozuk sosyal yapı üzerinde ilerliyoruz.
İşte, tam da bu “okuldan kopma” konusu açılınca arkadaş bir ah çekti ve aldı sazı eline.
Dram, dram bir okuldan kopuş hikâyesi.
Şöyle ki; (Senarist, yapımcı İbrahim DEMİRKAN belki filmini çeker diye kolaylık sağladık)
İç/Gün/Ortaokul/90’lı Yıllar
Türkçe yazılısı sonrası, notların okunması esnasında hikâyenin Kahramanı (ismi mahfuz) parmak kaldırarak, beklediği notun düşük çıkması üzerine öğretmenine;
"Hocam, acaba benim yazılı kâğıdını kontrol etmeniz mümkün olabilir mi? Notum beklediğimden düşük çıktı da?"
Öğretmen, hikâyenin kahramanını tahtaya davet eder.
Kahraman başı önünde, korkarak ve hatta kalp atışlarını duyarak tahtaya doğru ilerlemektedir.
Arka planda ise günlük hayatta sıklıkla karşımıza çıkan iyilik ve kötülüğü hatırlatan Clint Eastwood’un “İyi, Kötü ve Çirkin” filminin müziği çalmaktadır dramatik versiyonda.
Öğretmen, gömleğinin iki düğmesini çözüp, kollarını geriye kıvırır, yer misin, yemez misin?
İnanamayacaksınız tekme tokat girişir.
Hâlbuki ne öğretmenler var, Halit Ertuğrul’un yaşadığı hikâyedeki okuyanların büyük kısmına gözyaşı döktürüp, gönüllere taht kuran “Türkçe Öğretmeni” gibi bildiğimiz ve daha nice bilmediklerimiz mesela.
Sonrası daha dramatik, Kahramanımız "Sınıfta 3 ay kimsenin yüzüne bakamadım, bir de babamdan dayak yerim diye ona da söyleyemedim, okul o gün benim için bitmişti aslında" diyerek, bedenen oralarda olsa da ruhen okuldan kopuşunun dramatik hikâyesini tamamlar.
Peki, soran ve sorgulayan öğrenci modeli piyasada yok muydu o yıllarda?
O da ne?
Açıklayayım sene 2009, Ankara İl Ar-Ge kapsamında yapılan bir çalışmada proje koordinatörü rolü verilmişti tarafımıza.
“Düşünme Gücü: Soran ve Sorgulayan Gençlik İçin Öğretmen Eğitimi Destek Projesi.”
Anladığımız kadarıyla MEB, ERG ve bir bankanın sponsorluğu kapsamında 8 ilde 6 bin küsur öğretmenin eğitilmesi öngörülmekte.
Proje, Düşünme Gücü eğitime katılan öğretmenlerin, sınıfta tartışma ortamları oluşturarak düşünme, konuya farklı açılardan bakma, sorgulama, söyleneni olduğu gibi kabul etmeme, akıl yürütme, itiraz etme, yeni fikirler geliştirme ve nihayet eleştirel düşünme becerilerini alışkanlık haline getirecek öğrenciler yetiştirmelerini öngörmekte.
Zorlu ve yeni bir süreç, eğitim dönemi içerisinde uygulandığından, programlarını aksatacağı gerekçesi ile bazı öğretmenlerce yapılan itirazlar, karşı çıkmalar derken eğitimler tamamlanmıştı.
Proje ile ilgili olarak, ERG tarafından son merhalede içerisinde açık uçlu soruların da bulunduğu bir anket uygulanmıştı öğretmenlere, uygulanan eğitimin etkisinin öğrenilmesine yönelik.
Acaba eğitime katılan öğretmenler, söz konusu eğitim için finalde ne düşünmüşlerdi?
Anketler ile ilgili mevcut bulguların bir kısmına erişim sağladığımızda, başlarda söz konusu eğitimine karşı çıkan ve bu tür eğitimlerin fayda sağlayamayacağına inanan bir kısım öğretmenin, eğitimler sonrasında fikir değiştirmeleri ve açık uçlu sorulara ilişkin görüşleri bizleri oldukça şaşırtmış ve etkilemişti.
“Eğitim tamamlandığında öğrenciliği ve öğretmenliği yanlış yorumladığımı anladım. Keşke şuan öğrendiğimiz bu bilgilerle öğretmenliğe yeni başlıyor olsaydım.”
Evet, çoğu şeyi özetleyen bir öğretmen görüşü bu şekildeydi.
Belki de Halit Ertuğrul’un hikâyesinde yer alan Türkçe Öğretmeni rolünü, uzatmalarda da olsa oynamak istemelerindendi, kim bilir?
Benzer şekilde başka görüşler de var tabii, hayıflanma yoğunluklu.
Günümüze gelecek olursak.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın geçenlerde kamuoyunun görüşlerine sunması ile bazı kesimlerin karşı çıktığı, bazı kesimlerin onayladığı ve bası kesimlerin ise sessiz kaldığı "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" nihayetinde Talim Terbiye Kurulu tarafından onaylandı.
Maarif Modelinin bence en etkili yanı “Eleştirel Düşünce”ye yer verilmiş olmasıydı.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinde geleceğin gençlik hedefi tarif edilirken; “Eleştirel düşünebilen, sorgulayan, araştıran, mesuliyet ve ülkü sahibi; yalnızca medeniyete uyum sağlayan değil, etkin olarak medeniyet kurucusu ve geliştiricisi nesilleri hedefler” ifadelerine yer verilmiş olup bir anlamda da “Eleştiri akıllı insanlar için fırsat, diğerleri için tehdittir” vecizesinin de önü açılmış olmaktadır.
Bu arada eleştirel düşünme mağduru Kahramanımızın akıbeti ne mi oldu?
Azmetmiş, yılmamış, okulunu sessizce bitirip, sonrasında da Almanya’nın Freiburg şehrinde Albert Ludwig Üniversitesini başarı ile tamamlayıp, Tarih ve Sosyoloji diploması almış.
Bir başarı hikâyesi kısaca.
Şuan ne mi yapıyor?
Şuan ise İslam’ın Altın Çağında Horasan, Endülüs, Semerkant, İstanbul ve Bağdat gibi ilim merkezlerinde matematik, astronomi, coğrafya, cebir, kimya, felsefe alanlarında günümüz biliminin bu seviyelere gelmesine önemli katkılar sağlamış İbn-İ Sina, Ali Kuşçu, Abbas Bin Firnas, Harizmi, Cezeri, Piri Reis, Farabi, Mimar Sinan, Sabit Bin Kurra, Uluğ Bey gibi bilim insanlarını tüm dünya çocuklarına tanıtan Kâşif Çocuk Yayınevi’nin başında çıtayı yükseltmekle meşgul.
Görüldüğü üzere, “Nereden ve ne zaman eseceği belli olmayan rüzgârın bizleri ne yöne savuracağını hiçbir zaman bilemeyeceğiz” Kahramanımızın yaşadığı gibi.
Bu arada arkadaşımızı “Kahraman” yapan öğretmenin akıbeti ne mi oldu?
Sormayın gitsin!...